Tepe Reklamı3

İki Önemli Olayın Ardından



Eklenme Tarihi: 11/09/2019

Dün on muharrem yani Hz. Hüseyin’in şehit olduğu gündü. Aynı zamanda 9 Eylül 2019 ve İzmir’in kurtuluşunun 97.yılı. Yani bizim için çok önemli iki tarih… Hangisini üzerinde konuşalım bugün derseniz ikisi de önemli olduğu için her ikisini de sırayla değinelim bugün.

Müslümanların peygamberimizden sonra ayrılığa düşüp peygamber torunlarını öldürmeye kalkması kader noktasında gerçekleşmiş ve sonuç olarak her ikisi de şehit edilmiştir. Bu konuda benim fikrim nedir diye soracak olsanız peygamberimiz Hz. Muhammed hakkı ile anlaşılmış olsa idi onlara kıyabilir miydiler acaba? Hiç sanmıyorum. Çünkü peygamberimiz(s.a.s) güzel ahlak yaymak üzere görev yapan, el emin olan bir insandı. Onun peygamberliğine inanmayanlar bile onun güvenilir olduğunu bilmeseler Kâbe ‘de Hacer’ül Esved taşını yerine koymak için hakem tayin etmezlerdi.

Ayrıca gönderilen kutsal kitabı herkesin anlamasını beklemek pek bir cehalet olsa gerekir. Herkesin basireti, ilmi, anlayışı, bir konuyu kavrayışı farklıdır mutlaka. Herkes kabı kadar alır. İlk emri “oku “olan bir kutsal kitabımız her şeyden önce neyi emretmiş olabilir ki? Bir Allah'a inanmak, haramlardan kaçınmak, helal olanları en yakından başlayarak elindekileri paylaşmak değil mi? Temiz ve düzgün, iyi insan olmak en başta istenen şartlar devamında elbette. Çok zor değil aslında kurallara uymak.

Gel gör ki gözünü toprak doyuracak olan bu insanoğlu ömrü boyunca nedense bu kurallara uymak konusunda hep sınıfta kalmış ve en yakınından başlayarak karşısındakine yanlış yapmaktan pek de çekinmemiş nedense. Bazı genç arkadaşlara göre de din yeterli gelmemiş. Doğru düzgün kuralları olsa böyle olmazmış. Tartışmak istemiyorum elbette kimse ile ve o yüzden herkes düşüncesinde hürdür diyor, yoluma bilgilerim ve inançlarım doğrultusunda devam ediyorum tabii ki. Bana fikrimi sorarsanız yamukluk insanoğlunda aslında. Çıkarları söz konusu olduğunda yan yatıp çamura batma konusunda üstüne yok. Şimdi birkaç kişiyi konuştursanız ne yapalım bu işler böyle yürüyor diyecek olur ama hiç de öyle değil maalesef. Kendine yapılmasını istemediğin hiçbir şeyi başkasına yapmayacaksın. Kendin için istediğin her şeyi başkaları için de arzu edeceksin. Kardeşlik dinimizin bize vermek istediği düşünce ama anlayana idrak edene!

İnsan olmak, birçoğuna göre zor zanaat arkadaşım. Niye mi? Çıkarlarınızı korumak ve haksız kazanç elde ederek zayıfın, fukaranın, işçinin parası ile kendi çocuklarınıza sefa sürdürmek de gerçek insan olmak değil bize göre. Görüşümüze göre insanın gözünde Hakkı görmek ve kim olursa olsun incitmemek, asıl mesele. Her zerreden görünenin O olduğunu bilmek ve önce insan diyebilmek. Korkmak, insan hakkından, Peygamber ve Ehli Beyt sevgisini yüreğinden çıkarmamak arkasından düşünce olarak. Ve en önemlisi haksızlık karşısında dilsiz şeytan olmamaktır. Yani diyeceğim o ki insan olmak böyle iki el iki ayak, iki göz iki kulakla olmuyor vesselam. İnsan hakları herkese lazım öncelikle ve aynı zamanda zalim olmak da kar değil. Kim ne yaparsa kendine yapar. Zalim zulmünün bedelini ödemeden iki dünyada da rahat yüzü görmeyecek bu böyle biline. Bu dünyadan ne firavunlar ne Karunlar geçti ama kimse öbür tarafa amellerinden başkasını götürmedi. Herkes eli ile yaptığının karşılığı olarak orada cennetini ya da cehennemini oluşturuyor. Bu yüzden tüm Müslümanlar akıllı olmak zorundadır.

 Aklını dünya işlerinde ülkesini korumak kollamak, gönlünü de ahireti için herkese faydalı olmak için kullanmakla sorumlu. Başkalarına ve kendi milletine zarar vermek onun kaçması gereken davranışlardır anlayana, özünü bilene vesselam.

Gelelim Kurtuluş savasına. İktidar sahiplerinin hatalarını halkları çeker ama halk da kime layık ise onunla yönetilir.Bunu ben demiyorum Kutsal kitabımız söylüyor. “Bir kavim kendini bozmadıkça Allah onları bozmaz.” (Rad, 13/11)Biz o dönem iyi yönetilmeyen bir idarenin kötü sonuçlarını halk olarak yaşadık ve 1.dünya savaşından sonra her yer işgal edilince kurtuluş savaşı verdik. Osmanlının değerli paşalarından olan Mustafa kemal ve diğer değerli kumandanlar milletin önüne geçip başlatılan işgale dur dediler ve milletle omuz omuza düşmanı yurttan kovdular. İzmir’de büyük taarruz sonrası kısa zamanda denize dökülen düşmanın zafer günü ve sonrası İstanbul’un kurtuluşuna kadar gitti. Allah bu millete emek verenlerin hepsinden razı ve memnun olsun. Çok zor ve sıkıntılı durumdan kurtulduktan sonra geldiğimiz noktada hala bu vatan için şehit veriyoruz ve hala düşmanla bir şekilde savaşıyoruz. Doğuda ve güneydoğuda kurulan PKK ile savaşımız devam ediyor. Tüm güçlü devletlerin arkasında olduğunu sağır sultan bile duydu. Ancak sadece onunla savaşmıyoruz ki bizi kendilerine mahkûm etmek adına her türlü hile mevcut su sıralar ve bu hiç bitmedi. Bizi yok edene kadar da bitmeyecek gibi gözüküyor. Allah bize güç kuvvet ve irade versin. İman gücümüzü artırsın. Tohumdan tut, ülkemizden mülk almaya kadar, misyoner çalışmalarından tut, çocuklarımıza vurduğumuz aşıya kadar birçok konuda etki, tesir adına ne derseniz deyin bir çeşit sindirme, yok etme dışa bağlama konusunda her konu ile karşı karşıyayız. Açık buldukları yerden arılar gibi üzerimize hücum ediyorlar. Baş etmek için iyi bir eğitim güçlü bir milli politika olmadıkça nasıl baş edilir? Çok iyi siyasetçi ve dış işlerden çok iyi anlayan ferasetli adamlara ihtiyaç var. Bir liderler okulu mu kurmalı yoksa siyasetten uzak devlet adamı yetiştiren bir milli okul mu kurmalı onu başımızdakilere bırakıyoruz ama böyle gider mi onu da çok kestiremiyorum doğrusu. İnşallah ruhu hür vicdanı hür nesiller yetiştirip bu ülkenin geleceğini teminat altına alırız. En güzeli sanırım bu güne kadar kurulan devletlerimizin anayasalarını gözden geçirip yeni bir Türkiye anayasası kurup çağdaş, demokratik, özgür, atalarına saygılı nesiller yetiştirmek hepimizin görevi olmak zorunda. Yediklerimizden, içtiklerimizden başlayıp izlediğimiz filmlere, çocukların, gençlerin oynadığı oyunlara kadar milli ve yerli olmalı her şeyimiz. Bizi zehirleyen her şeyden şeytandan kaçar gibi kaçmalıyız. Yabancı filmlerde ise çok seçici olmalıyız derim.

 Dışarıdan etkilenip birbirimizin boğazını sıkmayı, birbirimize yanlış yapmayı artık ar edip kendimize gelip birlik dirlik içinde olmak zorundayız. Yoksa herkese yazık olacak. Neden mi? Konfüçyüs' a kulak verelim. Adaletin ve dilin bozulduğu ülkeler yıkılmaya mahkûm diyor kısaca

” Dil düzensiz olursa, sözler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa adetler ve kültür bozulur. Adetler ve kültür bozulursa adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun için hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”

Konfüçyüs’ün sözlerinden de anlaşıldığı gibi, dilin millet ve devlet varlığı içindeki bu ağırlıklı yeri dolayısıyla, bir milleti bölüp parçalama hedefi güdenler, önce o milletin kültürüne musallat olurlar. Onu yozlaştırma ve parçalama yöntemine başvururlar. Bunun da en iyi vasıtası dildir. Demek ki dilden başlayarak parçalanmaya giden yol bu kadar net.

 

.Artık aklımızı toplayıp şapkalarımızı önümüze koyup önce dilimiz, diyanetimiz deyip, adalet deyip -zira doğru birdir -hepimiz kendimize çeki düzen verelim. Kim kimi aldatıyorsa ,-kim bu dile bu millete bu ülkeye her hangi bir konuda bu ne olursa olsun; bilsin ki, önce kendini aldatıyor. Yanlışlardan acilen elini eteğini çekip Hak var, ölüm var, ilahi adalet var deyip önce ülkesinin çıkarlarını makamına göre, neyi yapması gerekiyorsa elinden geleni yapmalı. Ve bu milleti geleceğe en iyi şekilde teslim etmeyi birinci görev görmelidir. Ne mutlu Türküm, Türkiyeliyim diyenlere diyebilenlere. Saygılar efendim.

Semiray Sezgin Daylan